Dinî Bayramlarımızın Günlerini Tesbit (Ru'yetu'l-hilâl)

Birinci sorunun cevabı:
Birinci sorunuza kesin bir cevap vermek mümkün değildir.
Ancak, meselenin anlaşılabilmesi için bazı yardımcı sorularla konuyu etraflıca ortaya koymakta fayda mülahaza ediyorum:
İslâm dinine göre dini günler ve bayramlar hangi esaslara göre tesbit edilir?
Kur'ân-ı Kerîm'de "Allah katında ayların sayısı 12'dir" anlamındaki âyette geçen "şehr" kelimesi Arap dilinde ayın dünya etrafındaki bir tam turuna verilen isimdir. Bu anlamda Kur'ân-ı Kerîm'de bahsedilen 12 aylık süre kamerî yıl adını verdiğimiz ay senesidir. Böylece, oruç, hacc gibi belirli zamanlara tahsis edilen ibadetlerin zamanlarının tayini kamerî yıl esasına göre yapılacak demektir.
Ramazan ayının başlangıcı ile Ramazan bayramının, diğer bir ifadeyle Şevval ayının başlangıcının rü'yet esasına, yani bu aylara ait hilalin gözle görülmesi esasına dayanması Peygamber Efendimiz'in (sav) hadîsleriyle sabittir. Sözü edilen hadîslerde zekredilen rü'yet kelimesinin "gözle görmek" veya gözle görmüş gibi kesin bilgi ifade eden "hesapla tesbit" anlamını içine alıp almadığı konusunda İslâm bilginleri arasında farklı görüşler vardır.
Her ne kadar fıkıh kitaplarında muvakkit ve müneccimlerin hesaplarına itibar edilmemesi istikametinde yaygınlaşmış görüşler bulunmakta ise de bu görüşlerin o zamanlar henüz gelişmemiş bulunan ve biraz da mitoloji ve efsanelerle karışık bir halde bulunan astroloji ile iştigal eden müneccimler hakkında olduğu açıktır. Bugün ise son derece gelişmiş bulunan tekniğin de yardımcı olduğu astronominin çok basit bir alfabesi mesabesindeki ay hesaplarının kat'iyyeti konusunda tereddüde düşmek; bu hesaplarla görülemeyeceği kesin olarak tesbit edilen ayı, gözleriyle gördüğünü iddia edeni hatasız kabul ederek, tasdik edip hesapların hatalı olduğuna hükmetmek, ay yüzeyine sayısız vasıtalar gönderen, oraya ayak basan ve hatta Merih'ten televizyon yayını yapan, insanların bu faaliyetlerine ait hesapları gerçekleştiren astronominin tesadüfen doğru tutturduğunu iddia etmek kadar yersizdir. Kaldı ki, Hanefî fakihlerinden Muhammed b. Mukatil ve Kadı Abdülcebbar gibi zevat ile Şafiî fakihlerinden İmam Sübkî, muvakkit ve müneccimlerin kesinlik ifade eden hesaplarına itimat edilebileceğine kail olmuşlar, bizzat kendileri onlara itimat etmişler ve gerektiğinde bizzat müracatlarda bulunmuşlardır.
Bu duruma göre kamerî aybaşlarının bilhassa Ramazan hilalinin gözetlenmesi (iltimas-ı hilal) konusu yahut daha önceden gerekli hesaplamalarla tesbit edilmesi İslâm dini yönünden büyük önem taşımaktadır.

İslâm ülkelerinde kamerî aybaşları nasıl tesbit edilmektedir?
Bütün İslâm ülkelerinde takvim çalışmaları yapılmakta ve bir yıl sonraki takvimler hazırlanıp basılmaktadır. Hicrî-Kamerî yılı resmî takvim olarak kullanan ülkelerde bile bir yıl önceden kamerî aybaşlarının hesaplama yoluyla tesbit edildiği ve bu sisteme göre takvimlerin hazırlandığı görülmektedir. Nitekim, Tunus'ta, Suudi Arabistan'da, Pakistan'da, Irak'ta bastırılan takvimler Diyanet İşleri Başkanlığı Derleme ve Yayın Müdürlüğü arşivinde mevcuttur.
Şu kadar var ki, Suudi Arabistan, Irak, Ürdün, Mısır gibi bazı ülkeler sadece Ramazan, Şevval ve Zilhicce aylarına mahsus olmak üzere özel rasatlar yaptırdıklarını ve bu aylara ait hilâller çıplak gözle görüldükten sonra dinî esaslara uygun olarak şer'i mahkemelerde gerekli kararların ittihazından sonra aybaşlarının ilân edildiğini, daha önceden bastırılmış takvimler ile fark meydana gelse bile rasatla tesbit edilenin esas alındığını iddia etmektedirler.
Türkiye kamerî aybaşlarını nasıl tesbit ediyor? Türkiye ile İslâm alemi arasında bu hususta ihtilaf var mıdır?
Türkiye'de 396 sayılı kanun, kamerî aybaşlarının tesbitini Kandilli Rasathanesi'ne görev olarak vermiştir. Kandilli Rasathanesi de kurucusu olan Fatin Gökmen Hoca'nın "hilâlin tesbiti" konusundaki prensiplerine sadık kalarak günümüze kadar hesaplamaları yürütmüştür.
Konunun iyice açıklanabilmesi için biz, Fatin Hoca'nın prensiplerinden kısaca bahsetmek zorundayız.

Fatin Hoca'ya göre:
İslâm dininde ayın tesbiti, çıplak gözle hilâlin görülebilmesine dayanıyor. Hemen hemen mezhepler arasında bu konuda görüş farkı yoktur. Bütün ehl-i sünnet mezhepleri kamerî ay başının hilalin çıplak gözle görülebilmesiyle başlayacağı kanaatinde birleşmişlerdir. Yalnız hesaplamayla aybaşının tesbitinin de dinî bakımdan aynı neticeyi verip vermeyeceği konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Fatin Hoca hesaplamayı o şekilde formüle etmek istemiştir ki, bu hesapla tespit edilen gün, hilâlin çıplak gözle görülebilmesi mümkün olmalıdır. Bu yüzden astronominin nazarî olarak tesbit ettiği kamerî ayın başı değil, gözün görebileceği ayın başının tesbiti problem olarak ortaya çıkmıştır. Bu neticeyi sağlamak için de Fatin Hoca birtakım kıstaslar koymuştur. Bunlar bugün Kandilli Rasathanesi'nce uygulanmaktadır.
Ayın içtima anından sonra tekrar içtima haline gelene kadar geçen süre, yani iki içtima anı esnasında geçen zaman bir kamerî aydır. Buna Astronomik ay adını veriyoruz. Kamerî ay, içtima anından sonra astronomik olarak başlamaktadır. Fakat her içtima anından hemen sonra ayın ilk hilâlini gözle görmek mümkün değildir.
Durum böyle olunca hilâli çıplak gözün görmesine tesir eden faktörlerin de tesbit edilmesi gerekiyor. Bunlar şöyle sıralanabilir:
1- Ayın batışı, güneşin batışından sonraya kalmalıdır. Yani gündüzün veya gecenin herhangi bir saatinde olabilen ve konjonksiyon denilen içtima anından sonra çıplak gözle seyre başlandığı zaman hilâlin ufukta görülebilmesi için batış zamanının güneşin batış zamanından sonraya kalması gerekir. Aksi takdirde batı ufkundan ay güneşten önce batarsa, güneşin parlaklığı ayın görülmesine engel teşkil eder. Burada birinci faktör olarak biz kamerî ayın başlangıcının tesbitinde güneşin batışı ile ayın batış saatlerini gözönüne alacağız. Öyle bir saat bulacağız ki, içtima anından sonra olmak üzere ayın batışı, güneşin batışından sonraya rastlasın.
Bakıyorsun, güneş batarken şafak denilen büyük bir kırmızılık meydana geliyor ve güneşin parlaklığı hilâlin parlaklığından çok fazla oluyor. Bu parlaklık, ayın görülmesine engel teşkil ediyor. O halde ikinci faktör de şudur:
2- Ayın ışığı o derece şiddetlenmelidir ki, güneşin ışığı yanında çıplak gözle farkedebilesin. Bunun zaman cinsinden hesaplanması gerekiyor. Fatin Hoca'nın tesbitine göre ayın batışı, güneşin batışından en az 22 ila 23 dakika sonraya kalırsa görülebiliyor. Daha yakın zaman içinde görmek mümkün olmuyor.
3- Üçüncü faktör de şudur: Ayın yörüngesi ufkun üstünde olmalıdır ki bizim çıplak gözümüz ayı görebilsin. Hareket itibariyle ufkun altında seyreden bir ayın, astronomik olarak tesbit edilmiş olsa bile, çıplak gözle görülmesi mümkün değildir.
Bir de ayın battığı noktanın güneşin battığı noktadan ayrılmış olması lazımdır. Ay ile güneşin batış noktaları aynı olursa ayın kursu ile güneşin kursu birbiri üzerinde görüntüye engel olacağından ayı çıplak gözün görmesi mümkün olmayacaktır. Ay ile güneş görünüş açısı cinsinden 5.5-6 derece ayrılmış olmalıdır ki göz, ayı rahatlıkla görebilsin.
O halde ayın tesbit edilebilmesi için, bütün bu saydığımız faktörlerin, zaman cinsinden değerlendirilip ayın içtima anına eklenmesi gerekiyor. Bu faktörlerin tamamı bir araya geldiği takdirde görüş şartlarının da müsait olduğunu düşünerek, ay filan gün filan saatte görülebilecektir diyoruz. Böylece ayın görülebileceği anı tesbit ettikten sonra takip eden günü kamerî ayın birinci günü olarak kabul ediyoruz. Çünkü Yasin süresinin 40. ayetinden istidlal edilen manaya göre hilâlin ilk olarak görüldüğü gün ayın birinci günü değil, takibeden gün ayın birinci günüdür. Bu duruma göre, güneş battıktan sonra hilâl görülecek, ertesi gün ayın birinci günü itibar edilecektir.
Kabataslak izah ettiğimiz Fatin Hoca'nın bu prensiplerine dayanarak Kandilli Rasathanesi görevlileri ellerindeki formüllere göre hesaplama yapıyorlar. Yalnız şunu da ifade etmek lazımdır: Fatin Hoca'nın bütün bu hesaplamaları için tesbit ettiği sabit rasat noktası da önem kazanmış oluyor. F.Hoca'ya göre, dünya üzerinde İslâm ülkelerinin yayılmış olduğu bölgeler nazarı itibara alınırsa, bu bölgeler üzerinde yapılan rasatın bütün İslâm memleketleri için geçerli olabilmesi İslâm aleminin rasata en uygun bölgesini seçmekle mümkün olur. Fas'ta bulunan 4 bin metre irtifaında bir tepe en uygun nokta olarak alınabilir. Hesaplamalar bu tepe üzerinde görüş şartlarının müsait olduğu farz edilerek, mevhum bir rasıtın hilâli görebilmek imkânları araştırılarak yapılırsa, bu hesaplarla, sanki hakikatte gözle görmüş gibi neticeye ulaşmak mümkün olur.
Fatin Hoca bu esasa dayanarak formüllerini Fas'ta bulunan tepeye göre ayarlamıştır. 1974 Yılına kadar Kandilli Rasathanesi, Fatin Hoca'nın tesbit ettiği bu noktayı esas alarak hesaplamaları devam ettirmiştir.

İslâm alemi ile Türkiye arasında uygulama farkını ortadan kaldırmak için bir çalışma yapıldı mı?
Diyanet İşleri Başkanlığı'nda Derleme ve Yayın Müdürü olarak görev yaparken, yıllardan beri ihmale uğramış olan bu mesele üzerine eğilme gereğini duymuş ve müdürlüğüm bünyesinde gerekli hazırlık çalışmalarını başlatmıştım. Başkanlık makamının ve diğer ilgililerin bu çalışmalara gösterdikleri ilgi ve anlayış sayesinde 1974 yılında, müdürlüğümün organizesi altında, Türkiye ile İslâm alemi arasındaki farkı ortadan kaldırmak için geniş çaplı bir çalışma başlatıldı. Kandilli Rasathanesi yetkilileri ile İstanbul'da günlerce süren ilmî toplantılar yapıldı. Bu toplantıya Kandilli Rasathanesi yetkilileri, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi Bölümü profesörleri, Harita Genel Müdürlüğü teknik komutanı ve Ankara'daki rasathaneyi kuran teknik elemanlar ile tanınmış din adamları katıldılar.
Müzakereler sonunda Kandilli Rasathanesi'nin yıllardan beri devam edegelen tatbikatında bazı değişiklikler yapılması uygun görüldü. Rasathane yetkilileri ile varılan anlaşma bir protokole bağlandı.
Bu protokole göre artık hesaplamalar şu esaslara göre yapılacaktı:
1- İslâm aleminde "ihtilâf-ı metâli" denilen, ayın farklı bölgelerde, farklı zamanlarda doğması nazarı itibara alınmayacak. Yani ihtilâf-ı metâli'a itibar edilmeyecek.
Hanefî ve Şafiî mezheplerinin bir kısım fakihleri hariç diğer fakihlere göre, ay, İslâm aleminin herhangi bir yerinde görülürse, diğer ülkeler o ayı görmeseler bile ilk olarak ayı görmüş olan memleketin rü'yetine itibar edilir. İslâm'da birlik ve beraberliği sağlamak için diğer bölgelerde farklı zamanlarda ayın görülmesine itibar edilmez. Buna "ihtilâf-ı metâli'a itibar etmeme" prensibi adını veriyoruz.
Zamanla İslâm aleminin sınırları genişlemiş, farklı bölgelerde farklı rü'yetler tesbit edilmiş ve bu durum bir problem olarak ortaya çıkmıştır. Bu yüzden bir kısım Hanefî ve Şafiî uleması "her cihetten 24 fersahlık (yaklaşık olarak 138-140km.) bir uzaklığın dışında bulunan memleketlerde eğer farklı zamanlarda hilâl görülürse o memleketler kendi rü'yet zamanlarına itibar etsinler, 24 fersah çapındaki bir bölgenin içinde kalan kimseler ise, hilâli farklı zamanlarda görseler bile, hep beraber başlasınlar, birlik ve beraberliği bozmasınlar" demişlerdir.
Demek ki 1974 yılında yapılan toplantıda varılan kararlardan bir tanesi yukarıda açıkladığımız "ihtilâf-ı metâlia itibar edilmeyecek" kaidesidir. Bunun tatbikattaki neticesi şu oluyordu. O güne kadar Fas'taki tepeyi, hesaplamanın başlangıç noktası almış olan Kandilli Rasathanesi artık bu nirengi noktasını bırakacaktı. Ekvatorun kuzeyindeki +50 paralel dairesi ile, ekvatorun güneyindeki -50 paralel dairesi arasındaki topyekün 100 derecelik paralel dairelerini tarayacaktı. En erken hangi paralel dairesi üzerinde ay görülüyorsa ona göre kamerî ayın başlangıcını tayin edecek ve diğer bölgeler için de başlangıç zamanı böylece birleştirilmiş olacaktı.
Tatbikattaki neticesi bu oluyordu. O güne kadar hilâl Fas'ta görülürse, Türkiye'de görülsün görülmesin, kamerî ay başlamış oluyordu. Fas'ta görülmezse ay başlamamış kabul ediliyordu. Halbuki astronomik hakikatlere göre bazı aylar hilâl Fas'ta diğer enlemlerden daha erken görülebiliyor; buna karşı bazı aylar Fas'ta diğer enlemlerden bir gün sonra görülebiliyordu. Biz Fas'ı başlangıç noktası kabul ettiğimiz için daha güneyde veya daha kuzeyde bir gün önce hilâli görebilen ülkelere uymamış, onlardan bir gün sonraya kalmış oluyorduk. Nitekim Fas'taki tepeyi yılın on iki ayı için de sabit nokta kabul etmiş olan Fatin Hoca'nın uygulanan bu prensibi ayın başka ülkelerde bir gün önce görülmesi halinde onlara uymaya engel teşkil ediyordu.
1974 Yılındaki toplantıda "ihtilâf-ı metâili'a itibar olunmaz" kaidesinin kabulü, Fas sabit noktasını terkettirdi. Kuzeyde +50 derece enleme kadar, güneyde de -50 derece enleme kadar bütün enlemlerin taranması sonucunu doğurdu.
2- Zilhicce ayının başlangıcı, Mekke arzı esas alınarak tesbit edilecektir. Zilhicce ayının başlangıcı Zilhicce hilâlinin Mekke'de görülüp görülemeyeceğinin tesbiti esasına dayanacaktı. Bu da Suudi Arabistan'ın Mekke'de yaptırdığı rasatla paralelliği sağlamak içindi. Güney -50 derece enleminde bir gün önce görme imkânı olabilirdi. Ama +50 derece enlemde bulunan Mekke'de ay görülemeyebilirdi. Bu da bugüne kadarki tatbikatın tersine bir aksaklığa sebep olabilir; Hicaz'daki müslümanlardan önce kurban bayramını başlatmamız sonucunu doğurabilirdi. Bu aksaklığı önlemek için de Zilhicce ayına mahsus olmak üzere hesabın Mekke'ye göre yapılması karara bağlandı.
Kararda tesbit edilen önemli bir nokta da şudur: Yapılacak hesaplar ayın sadece astronomik başlangıcı esasına değil, astronomik olarak başlayan ayın çıplak gözle görülebileceği anın hesaplanması esasına dayandırılacak, böylece şer'i (dinî) aybaşı bulunmuş olacaktı.

Bu çalışmalar birliği temin etti mi?
Kandilli Rasathanesi 1974 tarihli protokolden sonra 1975 yılı için yaptığı hesaplamalarda bu esaslara uydu. Fakat yine de İslâm âleminin bazı memleketleri ile yurdumuz arasında farklı bayramlar devam etti.

O halde bu farklılık nereden doğdu?
Dinî olan usul, hilâl gözle görüldükten sonra ayı başlatmak veya hesaplamayı bu neticeyi doğuracak şekilde yapmak olduğuna göre, Türkiye'de uygulanan usulün İslâm fıkhına uygun olduğunda tereddüt yoktur. O halde İslâm alemindeki bu fark neden ortaya çıkmıştır? sorusunu sorduğumuzda bu soruya:
"İslâm alemi birçoklarımızın zihnine yanlış olarak yerleştirildiği gibi çoğunlukla hakiki rü'yete göre amel etmemektedir." demekten başka verilecek cevap bulunmamaktadır.
Müslüman devletler, ister krallıkla ister cumhuriyetle yönetilen ülkeler olsun, çoğunlukla eskiden Osmanlılarda olduğu gibi, şer'i mahkemelerde şahadet ifadelerini kullanan rasıtların rü'yetine göre karar çıkaramamaktadırlar. Onlar da bir yıl önceden takvimler hazırlatmakta ve bu takvimlerin hazırlanmasında astronomik hesap usullerini esas almaktadırlar.
Şimdi şuraya bir parantez açalım ve takvim çalışmalarında gerek Kandilli Rasathanesi'nin gerekse diğer İslâm ülkelerinin hangi kurallardan yararlandığını izah edelim ki, İslâm alemi ile Türkiye arasındaki fark biraz daha açıklığa kavuşsun.
Dünya Rasathaneleri kendi aralarında yapmış oldukları görev bölümüne göre, tam bir işbirliği halinde, uyum içinde çalışmaktadırlar. Bizim Kandilli Rasathanemiz ile birçok İslâm ülkesinin rasathaneleri bu işbölümü içinde kendilerine düşeni yerine getirmektedirler. Greenwich Rasathanesi ile Paris Rasathanesi, bir sene önceden, her yıl için, bütün rasathanelerin yararlanacağı almanaklar neşretmektedirler. Kandilli Rasathanesi takvim hesaplarında Greenwich yayınlarından The Astronomical Ephemeris isimli almanaktan yararlanmaktadır. Bu eser, bütün arz ve tûl dairelerine göre ayın doğuşu, batışı; güneşin doğuşu, batışı; şafak denilen fecir hesapları ve bunların uzama süreleri; gezegenlerin doğuş ve batışları ile bu gezegenlerle ilgili diğer hesapları ihtiva etmektedir. Greenwich Rasathanesi tarafından bütün dünya rasathanelerine gönderilmekte olan bu Ephemeris'ten son yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığı'na da temin edilmeye başlanmıştı. Ephemeris'te ay ile ilgili rakamlar (yani konjonksiyon denilen içtima anının tarih ve saatleri, ayın doğuş ve batış saatleri), gözle görmeye tesir eden meteorolojik faktörler gözönüne alınmaksızın, sırf astronomik zaman rakamları olarak verilmiştir.
Şimdi, bizim tesbitlerimize göre bazı İslâm ülkeleri, bu almanaklardan ayın konjonksiyon denilen içtima tarihlerini tesbit etmekte ve içtimai takip eden günü ayın birinci günü olarak ilan etmektedirler. Aslına bakılırsa içtimaı takib eden gün hilâli bazen çıplak gözle görmek mümkün olduğu gibi bazen de bu görüş imkân dahilinde değildir. Arap ülkelerinin birçoklarında bu uygulama şekline göre hazırlanan takvimlerdeki aybaşlarında, hakikaten bazı bölgelerde hilâl görülebilmektedir. Yukarıda bahsettiğimiz ayet gözönüne alınırsa hilâlin görülebildiği gün ayın birinci günü değil, takib eden gün ayın birinci günü itibar edilmesi gerekir. Bizdeki uygulama böyle olduğuna göre, hilâli ilk görebildikleri günü ayın birinci günü kabul eden bu ülkelerle aramızda, bazı aylarda, bir günlük fark bu yüzden doğmaktadır.
Farkın başka bir sebebi de, bugüne kadar, Fas'ın sabit bir nokta olarak her ay için hesap başlangıcı kabul edilmesidir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, hakikaten bazı aylar hilâlin yurdumuzda bile Fas'tan bir gün önce görülmesi mümkündür. Bazen de Fas'tan bir gün sonra görülebilmektedir. İslâm alemi ile aramızda geçmişteki farkların bir kısmı bu sebeple ortaya çıkmıştır.
Bazı vatandaşların, yanlış ve eksik bilgilere dayanarak, İslâm ülkelerinde rü'yet vaki olduğunu ve bu rü'yetin dinî usullere göre şer'i mahkemelerde karar altına alındığını ve fıkıhta bahsedilen usulle ilân edildiğini zannettiklerini ifade etmiştik. Halbuki başka türlü olması düşünülemeyecek kesinlikle tesbit edilen ay başları o memleketlerde böyle bir rü'yetin vaki olmadığını açıkça ortaya çıkarmış bulunmaktadır.
İslâm ülkeleri zannedildiği gibi ve zannedildiği tarzda rü'yetle amel etmemektedirler. Irak'ta kaldığım süre zarfında bunu açıkça müşahade ettim. Diyanet İşleri Başkanlığı'nda Derleme ve Yayın Müdürlüğü yaptığım yıllarda onlarla sık sık temaslarda bulundum. Çok gariptir ki Ramazan bayramından bir hafta önce Şevval hilâlinin rü'yetle tesbit edildiğini ifade eden sefaret yetkilileriyle karşılaştım. Onlar "Vaki olan rü'yete dayanarak ilân edildi" demişlerdi. Oysa ki Şevval hilâlinin bir hafta önceden rü'yetinin mümkün olmadığı açıkça ortadaydı.
Şunu da ifade etmek lazımdır ki, gerek Pakistan ve gerekse diğer bazı ülkeler, muhtelif yazılarla Dışişleri Bakanlığı'na müracaat etmişler, bizden dinî günlerin uygulanmasında İslâm ülkeleri arasındaki farkın giderilmesi için ne gibi tedbirler düşündüğümüzü sormuşlar ve bu konuda teşrik-i mesai teklif etmişlerdir. Diyanet İşleri Başkanlığı'na intikal ettirilen bu müracaatlara cevap verilmiş, Derleme ve Yayın Müdürlüğü'nce kanunun verdiği bir görev olarak yürütülen çalışmaların onlarca da bilinmesinde fayda mülâhaza edildiğinden bu bilgiler onlara gönderilmiştir.
Özetleyecek olursak, yurdumuzla İslâm alemi arasındaki farkın iki açıdan ele alınması gerektiğini söylemeliyiz:
1- Türkiye açısından doğan fark. 1974 Yılına kadar Kandilli Rasathanesi'nin Fas'ı değişmez hesap noktası kabul etmesi. Yukarıdan beri açıkladığımız gibi bu noktada gerekli çalışmalar yapılmış ve Türkiye açısından doğan farkın giderilmesi için gereken ifâ edilmiştir.
2- İslâm alemi açısından doğan fark, almanaklardan yararlanarak ay başlarının tesbit edilmesinde her ülkenin uygulama metodunun birbirinden farklı oluşu. Bu noktada Türkiye'nin yapacağı birşey yoktur. Çünkü hilâlin ilk görülebildiği günü takib eden günün ayın birinci günü kabul edilmesi şeklindeki uygulamanın âyetlerin manalarına ve fıkıh kaidelerine uygun olduğunda tereddüt yoktur. Ay görülsün veya görülmesin, içtimaı takib eden günü ayın birinci günü kabul eden ülkeler âyet ve hadîslerin manalarına ters düşen bu uygulama metodlarını tashih etmedikçe, farklı uygulamaların önüne geçerek, İslâm aleminde bu noktada birlik ve beraberliği sağlamanın imkânı yoktur.
Farkın ortadan kaldırılması için yapılan çalışmalardan birini daha burada zikretmeden geçemeyeceğim. Yapılan hesapların, çıplak gözle yapılacak rü'yetle mutabakatını kontrol etmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığı Derleme ve Yayın Müdürlüğü'nce hazırlanan bir genelge, valilikler ve kaymakamlıklar aracılığıyla, bütün il ve ilçe müftülüklerine gönderilmiş, bir yıl süreyle, her kamerî ayın takvimde yazılı olan başlangıcından iki gün önce başlamak üzere sırayla üç akşam, özel heyetlerin rasatlar yapmaları ve sonuçlarının Başkanlığa bildirilmesi istenmişti. Mahallî imkânlar ölçüsünde müftülükler bu genelgenin gereğini ifâ ettiler ve her ay rasat sonuçlarını bildirdiler. Yıl sonunda bu raporlara dayanılarak bir istatistik hazırlandı. Elde edilen sonuç şuydu: Bir yıl süre ile, Türkiye içinde hiçbir bölgede, Kandilli Rasathanesi'nce tesbit edilip Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ilân edilen aybaşılarından bir gün önce ayı başlatmayı gerektiren ve dinî esaslara uygun olan bir rü'yet vaki olmamıştı.
Her ne kadar Rasathane yetkililerince bizim bu istatistik çalışmamız hoş karşılanmamış ve bazı gazetelerde "Müftüler 20. yüzyılda dağbaşlarında ayı gözlüyorlar" şeklindeki manşetlere kadar varan bir tepki uyandırmışsa da bu, gerçeğin gözle görülür hale gelmesinde faydalı olmuştur.

Biri diğerinden bir gün sonra oruca başlayan iki devletin durumu:
Türkiye'deki uygulamanın ortaya çıkardığı farklı durum bir kısım Hanefî ve Şafiî âlimlerinin yukarıda açıkladığımız görüşüne göre isabetli bir uygulama durumundadır.
Hanefî, Mâlikî, Hanbelî müctehidlerinin çoğunluğu İslâm aleminde birlik ve beraberliğin sağlanması için ihtilaf-ı metâlia itibar etmemek ve böylece İslâm aleminin hangi köşesinde hilâl ilk olarak görülmüşse diğer bölgelerde de görülmüş itibar etmek şeklinde görüş birliğine varmışlarsa da bu görüş, bugün; birçok İslâm ülkesinde olduğu gibi Türkiye'de de, uygulanan ilmî metodların sonucu olarak, tatbik kabiliyeti bulamamıştır.
Yurdumuzda uygulama ehl-i sünnet camiası içinde bir kısım Hanefî ve Şafiî imamlarının görüşüne uygun düşen sahih bir uygulama olduğuna göre TC hudutları içinde yaşayan müslümanların Diyanet takvimine uyarak amel etmeleri, komşu ülkelerde farklı uygulama olsa bile bir memleket içindeki dinî birlik ve beraberliği bozmamaları gerekir.
Kaldı ki yine Hanefî mezhebine göre "cumhura muhalefet kuvve-i hatadandır". Yurdumuzdaki müslümanların her biri radyolardan aldıkları haberlerle; konu ile yeteri kadar ilgi, bilgi ve tecrübesi bulunmayan yayın organlarındaki yazı ve haberlerle; yahut da özel haberleşme imkânları ile elde ettikleri bilgilerle Türkiye'deki uygulamanın dışında, münferit, farklı uygulamalara girerlerse, dinî anarşiyi körüklemiş, dinî birlik ve beraberliği zedelemiş olurlar.
Aslında bu kimseler arasında da birliğin sağlanması mümkün değildir. Çünkü bu farklı uygulamalar, haber kaynağı olan memleketler arasında bile değişiklikler göstermektedir. Nitekim bazı yıllar Mısır, Suudi Arabistan ve Pakistan'ın Türkiye'den bir gün önce, Irak ve Suriye'nin ise bu ülkelerden de bir gün önce (Türkiye'den iki gün önce) bayram yaptıkları görülmüştür. Bu yıl da (1978) böyle farklı bir tatbikata şahit olmuş bulunmaktayız. Bunun aksi de varid olmuştur. 1974 Yılında ikinci Kurban Bayramı bütün dünyada aynı günde kutlanmıştır. (1974 yılında biri 4-7 Ocak tarihleri arasında diğeri de 24-27 Aralık tarihleri arasında iki kurban bayramı idrak edilmişti).
Mâlikî, Hanbelî ve Şafiîlere göre Ramazan bayramının birinci günü ile Kurban bayramının dört günü oruç tutmak haram olduğu halde Hanefîlere göre bu günlerde oruç tutmak haram değil tahrimen mekrûhtur. Şafiîler hariç diğer üç mezhebe göre haccda olanların bu günlerde oruç tutmaları caizdir. Hanefîlerce, haccda olmayanların, bayram günleri olduğunu bile bile oruca niyetlenmeleri tahrimen mekrûh olmasına rağmen orucu tuttukları takdirde bu oruç yine oruçtur, gerçekleşmiştir. Hatta bir kavle göre bozulduğu takdirde kazası bile lazım gelir. Kaldı ki o günlerin bayram değil, Ramazan olduğu inancıyla oruçla geçirilmesinde bu kerahetten de söz etmenin imkânsızlığı ortadadır.
Çoğunluk Ramazan niyetiyle oruç tutarken, alenen, topluluk içinde oruç bozmak da mekrûhtur.
Civar memleketlere uyarak bir veya iki gün önce orucu bozan kişi yurdumuzda kırk milyon müslüman içinde çoğunluğa muhalefet etmiş ve herkesin Ramazan addettiği günde orucu terketmiş olmaktadır ki, Hanefîlerin müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliği sağlama prensibine aykırı düşmektedir ve bayram zannettiği günde oruç tutma kerahetinden kaçarken bir başka yönden kerahet irtikab etmektedir. Bu da dinî konulardaki cehaletin eseridir.
Hatta Hanefî imamlarına göre, dinî usûllerle ilân edilen aybaşlarına herkesin uyma mecburiyeti vardır. Dinî makamlarca görevlendirilen rasıtların dışında halktan herhangi bir fert farklı bir zamanda hilâli bizzat görmüş olsa bile onun bu rü'yeti başkaları için delil teşkil etmez ve umuma teşmil edilemez. Bu konuda fıkıh kitaplarında geniş tafsilat vardır.
Netice olarak şunu söylemek gerekir. Dinî günlerin ve bayramların bütün İslâm ülkelerinde aynı günlerde uygulanması için milletlerarası çalışmalar devam etmektedir. Konunun ilmî çözüm imkânları yanında siyasî yönleriyle de çözüm imkânları üzerinde durulmaktadır. Çok yönlü olan bu mevzûuda kesin bir neticeye ulaşılıncaya kadar biz müslümanlara düşen, bu konuda yetkili merci olan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın takvimlerine uymak ve münferit davranışlardan kaçınmaktır. Her icraatın arkasında kötü niyet, bir ard düşünce arama hastalığından kurtulmak lazımdır. Hele eksik ve yanlış bilgilere dayanarak bu konuda herkesin kendini karar vermeğe yetkili ve diğer müslümanları uyarmağa görevli sayması müslümanlar arasında karışıklığa sebep olacağı ve fitne çıkaracağı için son derece mahzurludur. Herşeyde olduğu gibi bunda da yapılacak en iyi şey, işi ehline bırakmak, yetkili ve görevli mercîlere bu konuda yardımcı olmaktır.

İkinci sorunun cevabı:
Bildiğiniz gibi ibadetlerimizin bir kısmı vakit şartına bağlanmıştır. Fıkıh kitaplarımızda vakit şartı her ibadet için ayrı ayrı açıklanmıştır. İmsak vakti ile ilgili açıklamalar da delilleriyle belirtilmiştir. Diyanet Takvimi bu ilmî delillere dayanarak hazırlanmıştır. Bulunduğunuz bölgede yatsı ve imsak vakitlerinin dinî ölçülere göre teşekkül ettiği, verilen saatlerden anlaşılmaktadır. 20 Saat gibi uzun bir süre yılın her ayı için söz konusu değildir. Ramazan ayı heryıl bir önceki yıldan 10-11 gün önce geldiğine göre bu sürenin kısaldığı mevsimlere de rastlayacaktır. Zaten Ramazan ayının güneş yılına göre değil de ay yılına göre tesbit edilmesinin bir hikmeti de budur. Türkiye'de bile Kırklareli, Edirne ve Sinop gibi bazı kuzey illerimizde imsak-iftar süresinin 18 saatin üstünde olduğu aylar vardır. Vaktin dinî ölçülere göre teşekkül ettiği yerlerde zorluk gözönüne alınarak takdir cihetine gidilmesi mümkün değildir.
Ancak bu uzun süre içinde oruç tutmaya mani olabilecek, dinen kabul edilebilir, başka özürler (hastalık, yolculuk, güç yetirememe, imkânsızlık, hamilelik, emziklilik veya sıhhate zarar verme vs., gibi ) sözkonusu ise bunlar için dinin tanıdığı ruhsat vardır... Bu çeşit bir özür yok iken sadece süre uzunluğu müstakil bir özür olarak kabul edilemez. Kaldı ki, verdiğimiz saatlere bakılırsa, imsak ile güneşin doğması arasındaki hayli uzun zaman içinde uyuyarak istirahat etmenin mümkün olduğu anlaşılacaktır. Bu da bir ölçüde zorluğu ortadan kaldırır.
Allah ibadetlerimizin sevabını ihsan etsin. 162

II

T. C Diyanet İşleri Başkanlığı'nın daveti üzerine Kamerî Aybaşlarını Tesbit Konferansı 26 Zilhicce 1398 (27. 11. 1978) ile 29 Zilhicce 1398 (30.11.1978) tarihleri arasında, İslâm'ın tarihî başkenti İstanbul'da toplanmıştır.
Konferansa aşağıda belirtilen İslâm ülkelerinden isimleri ekte sunulan delegeler katılmışlardır:
1-Orta Asya ve Kazakistan (Sovyetler Birliği)
2-Afganistan
2-Endonezya
4-Pakistan
5-Bahreyn
6-Bangladeş
7-Türkiye
8-Tunus
9-Cezayir
10-Birleşik Arap Emirlikleri
11-Kuveyt
12-Sudan
13-Irak
14-Kıbrıs
15-Lübnan
16-Malezya
17-Haşimi Ürdün Krallığı
18-Suudi Arabistan Krallığı
19-Fas Krallığı

Temsilci gönderen teşekküller:
20-Rabıtatu'l-alemi'l İslâmî
21-Paris İslâm Merkezi
22-Brüksel İslâm Merkezi
Bu konferans daha önce aynı maksatla akdedilen konferanslar dizisinden biri olarak toplanmış ve çalışmalarını Kualalumpur (Malezya) Konferansı ile Kuveyt Evkaf Bakanları Konferansı'nda elde edilen sonuçları tamamlayıcı ve olgunlaştırıcı bir istikamette sürdürmüştür.
Katılan delegeler sundukları tebliğlerde müslümanların Ramazan başları ve sonları ile, dinî günlerde ve bayramlarda birbirlerinden farklı görünümlere sahip olmalarının ortaya çıkardığı esef verici durumu ele almışlardır.
Konferansta üyeleri dinin kabul etmeyeceği bu durumu bir çözüme kavuşturmanın gereği üzerinde birleşmişlerdir. Çünkü müslümanlar, Kur'ân-ı Kerîm'in "Bu, sizin ümmetiniz, tek bir ümmettir" âyetinde ifadesini bulan yekvücut bir ümmettir. Dinî konularda ihtilâfa düşmeleri caiz değildir. Allah Teala "Allah'ın dinine topluca sarılınız, ayrılığa düşmeyiniz" âyetiyle birlik ve beraberliği emretmiştir.
Konferansa katılan ilim adamları arasında "Din Komisyonu" ve "Astronomi Komisyonu" olmak üzere iki ayrı komisyon teşkil edilmiştir. Bunlardan her biri kendi ihtisası dahilindeki konularda sunulmuş tebliğleri etüt etmiştir. Detaylara inilerek enine-boyuna yapılan tartışmalardan sonra konferans, son oturumunda, oybirliğiyle aşağıdaki kararları almıştır:
1-İster çıplak gözle, isterse modern ilmin rasat metotlarıyla olsun, aslolan, Hilâl'in ru'yetidir.
2-Astronomların hesapla tesbit ettikleri Kamerî Aybaşlarına dinen itibar edilebilmesi için onların bu tesbitlerini Hilâl'in güneş battıktan sonra, görüşe mani engellerin bulunmaması halinde gözle görülebilecek şekilde, ufukta fiilen mevcut olması esasına dayandırmaları gerekir ki, bu da "Hükmi ru'yet" diye isimlendirilen ru'yettir.
3-Hilâl'in ru'yet edilebilmesi için iki temel şartın gerçekleşmesi zorunludur:
a) Kavuşumdan sonra ay ile güneşin açısal uzaklığı 8 dereceden az olmamalıdır. Bilindiği üzere ru'yet 7 ile 8. dereceler arasında başlamaktadır. 8. derecenin esas alınmasında ihtiyat bakımından görüş birliğine varılmıştır.
b) Güneş'in batışı anında ayın ufuktan yüksekliğinin açısal değeri, 5 dereceden az olmamalıdır.
Sadece bu esasa göre, normal durumlarda hilâlin çıplak gözle görülebilmesi mümkündür.
4- Hilâlin ru'yet edilebilmesi için belli bir yer şart değildir. Yeryüzünün herhangi bir bölgesinde hilâlin ru'yeti mümkün olursa, buna istinaden ayın başladığına hükmetmek doğru olur. İslâm dünyasında dinî birlik ve beraberliği sağlamak için rü'yetin ilânı, müteakip maddede işaret edilen Müşterek Hicrî Takvimin tesbitleri uyarınca, Mekke-i Mükerreme'de tesis edilecek olan Rasathane tarafından yapılmalıdır.
5- Din ve astronomi bilginleriyle rasathane yetkililerince her kamerî sene için 2, 3 ve 4. maddelerde zikredilen kriterlere dayalı bir takvim hazırlanmalıdır. Takvim Komisyonu, "Müşterek Takvim Taslağı"nı kabul etmek üzere periyodik olarak her yıl toplanacaktır.
İlk toplantı Rebiulahır 1399 (Mart 1979) ayında İstanbul'da yapılacaktır.
6-Yukarıda işaret edilen Takvim Komisyonu şu ülkelerin temsilcilerinden oluşacaktır:
Endonezya, Bangladeş, Türkiye, Tunus, Cezayir, Suudi Arabistan, Irak, Katar, Kuveyt ve Mısır; toplantının akdi için bütün üyelerin hazır bulunmaları gerekli değildir.
7-Mezkur komisyon yukarıda açıklanan kriterlere göre Ramazan, Şevval ve Zilhicce hilâlleri için, hilâlin görülebileceği bölgeleri gösteren haritalar hazırlayacaktır. Böylece durum müsaitse, bizzat hilâli gözleyerek ru'yeti gerçekleştirmek ve hesabın doğruluğu konusunda ikna olmak isteyen herkese kolaylık sağlayacaktır. Ayrıca bu haritalar, isteyen her devletin yetkili kılacağı uzman ve güvenilir bir heyete rasat yaptırmasına yardımcı olacaktır.
8- Bu karar ve tavsiyeler İslâm Ülkeleri Dışişleri Bakanları Konferansı Genel Sekreterliği'ne sunularak, dışişleri bakanlarının Rabat'ta yapılacak ilk toplantısında kubulü ve uygulamaya konması istenecektir.
Konferans son oturumunda aşağıdaki tavsiye kararlarını almıştır:
1- Gündüz veya gecelerin normal bölgelerden farklı olarak uzadığı yerlerde oruç ve namaz vakitlerini tesbit hususunu incelemek üzere özel bir konferans aktedilmelidir.163
2-Astronomi dersini, genel öğretim ve özellikle dinî öğretimde ders programları arasına katmak, üniversite öğretiminde astronomi ihtisas bölümleri kurumak gereklidir.
3-İslâm aleminde bulunan ilgili bakanlıklar, dinî ve İslâmî işler idareleri, Ezher-i şerif ve Râbıtatu'l-âlemi'l-İslâmî gibi müslümanlarla ilgili işlere bakan resmî kuruluşlardan, gaye edindikleri beraberliği gerçekleştirmek üzere, dinî bayramlarını birleştirmek istikametinde alınan bu kararların, sorumluların tümünce uygulamaya konması için çaba göstermeleri istenmelidir.
4-İslâm ülkelerinin hükümetlerine çağrıda bulunarak rasathane konusuyla ilgilenmeleri ve ülkelerinde rasathaneleri yaygınlaştırmaları, bunların aralarında karşılıklı bilgi ve tecrübe mübadelesi ile koordinasyonun sağlanması istenmelidir.
5-Kuveyt'te Din İşleri ve Evkaf Bakanları Konferansı'nın teklif ettiği ve Rabıta'nın da kabul ederek kurmaya başladığı Mekke Rasathanesi'nin bir an önce ikmali için Rabıtatu'l alemi'l -İslâmi'ye çağrıda bulunulmalıdır.
6-Bu kararların bütün ülkeler hükümetlerine ve ayrca dünyada bulunan tüm İslâmî kuruluşlara ulaştırılması Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan talep edilmelidir.
Konferansa katılan delegeler İslâmî konularda gösterdikleri sıcak alâka ve ihtimamlarından dolayı TC Cumhurbaşkanı'na, hükümet başkanına, devlet bakanına, Kardeş Müslüman Türk halkına üstün teşekkür, takdir ve saygılarını takdim etmekten mutluluk duymaktadırlar. Ayrıca bu konferansa davet lûtfunda bulunan ve ikâmet süresince sağladıkları mükemmel organizasyon ve misafirperverlik ve bu konferansın çalışmalarının başarıya ulaşmasındaki gayretleri için Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı ile Kandilli Rasathanesi Müdürlüğü'ne samimi teşekkürlerini ve övgülerini sunarlar.
Başarı Allah'tandır..164

Açılış Oturumu Başkanı I. Oturum Başkanı

Tayyar Altıkulaç M. Kemal Terzi

imza imza

TC Diy. İşl. Bşk. Tunus Dy. İş. Bşk.



II. Oturum Başkanı III. Oturum Başkanı

İbrahim el-Kahtan Yusuf Ahmed es-Sıddıkî

imza imza

Ürdün Kadı'l-kudatı Bahreyn Yüksek Şer'î Temyiz Mahkemesi Bşk. Yrd.



IV. Oturum Başkanı V. Oturum Başkanı

Ahmed Hammânî M. el-Habib. el-Hoce

imza imza

Cezayir Yüksek Din Kurulu Başkanı Tunus Müftisi



Konferans Raportörü

Dr. Ekmeleddin İhsan

İmza (A.Ü. Öğretim Üyesi)











Ülke İsim Görevi

1. Afganistan 1. Cevher es-Sıddıkî Kabil Yüksek Mahkemesi Reisi ve Baş Hakim

2. Abdülkadir Sönmez Ankara İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

2. Bahreyn 1. Yusuf Ahmed es-Sıddıkî Şer'i Yüksek Temyiz Mahkemesi Bşk. Yd.

2. Dr. Ali Eba Hüseyîn Tarihî Vesikalar Arşivi Uzmanı

3. Belçika 1. Muhammed el-Alvinî Brüksel İslâm Kültür Merkezi Müdür ve İmamı

4. Bangladeş 1. Dr. Muhammed Ishak Dakka Üniversitesi Arap Dili ve İslâm

Araştırmaları Kürsüsü Profesörü

2. Dr. Muhammed Abdülcebbar Dakka Üniversitesi Matematik Profesörü

5. Türkiye 1. Tayyar Altıkulaç Diyanet İşleri Başkanı

2. A. Hamdi Kasaboğlu Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı

3. Dr. Muammer Dizer Kandilli Rasathanesi Müdürü

6. Cezayir 1. Ahmed Hammânî Yüksek Din Kurulu Başkanı

2. Abdülkerim Azlun Astronom

7. Endonezya 1. Dr. Kafravî Diyanet İşleri Genel Başkanı

2. Abdurrahim Devlet İslâm Üniversitesi Şeriat Fakültesi

Doçenti

8. Ebu Dabî 1. A. Muhammed Ali el-Kasimî Adalet ve Din İşleri Başkanlığı Müsteşarı

2. Seyyid Ali Seyyid el-Haşimî I. Şer'î Kadı

9. Fas 1. Abdülaziz b. Abdullah Arapça Telif ve Tercüme Enstitüsü Genel

Müdürü ve

Karaviyyin Üniversitesi Profesörü

2. İbn Abdurrazık Fas Krallığı Muvakkıtı

10. Fransa 1. Prof. M. Hamidullah Sorbon Üniversitesi Şarkiyat Profesörü

11. Irak 1. Feyyaz Abdüllatif en-Necm Bağdat Fen Fakültesi Doçenti

2. Ömer Beşir M. en-Na'me İslâmî Uyanış Camii İmam-ı Hatibi

12. Kıbrıs 1. Rifat Mustafa Kıbrıs Müftisi

13. Kuveyt 1. Muhammed Ali el-İsa Yüksek Temyiz Mahkemesi Müsteşarı ve

Şer'î ru'yet Heyeti Başkanı

2. Abdurrahman Abdülvehhab el-Faris Evkaf Bakanlığı İslâmî İşler Müsteşarı

3. Salih Muhammed el-Uceyrî Astronom

14. Lübnan 1. Dr. Suphi Salih Lübnan Üniversitesi Edebiyat ve İslâmî İlimler

Fakültesi Dekanı ve Din İşleri Yüksek Meclisi

Başkan Vekili

15. Malezya 1. Dato Şeyh Abdülmuhsin Devlet Müftisi

2. Prof. Abdülhamid Tahir Teknik Üniversite Rektörü

3. Muhammed Hayr b. Hac Tabib Kualalumpur İslâm Komisyonu Astronomi

Müsteşarı

16. Sovyetler Bir.1. Ziyaeddin Babahan Orta Asya ve Kazakistan Müslümanları Reisi

2. Azzam Ali Ekber Sovyet Müslümanları Dış İlişkiler Dairesi

Başkanı

17. Sudan 1. Dr. Yusuf el-Halife Ebu Bekir Din İşleri ve Evkaf Bakanlığı Müsteşarı

2. el-Emin Muhammed Ahmed Kaura Umdurman İslâm Üniversitesi Genel Sekreteri

18. Suudi Arabistan 1. Dr. Abdüs-Samet el-Kadhî Riyad

Üniversitesi Fen Fakültesi Dekanı

19. Ürdün 1. Şeyh İbrahim el-Habib Ürdün Kadı'l-kudatı

20. Tunus 1. M. el-Habîb el-Hoce Tunus Müfitisi ve Zeytuniyye Şeriat

Fakültesi Profesörü

2. Mustafa Kemal et-Terzi b. el-Hoce Diyanet İşleri Başkanı ve Eğitim Bakanlığı Din

Eğitimi Genel Müfettişi

3. Muhammed Alluş Meteoroloji Enstitüsü ¼eofizik Bölümü

Başkanı

21. Pakistan 1. Dr. Eminullah Vezîrî Diyanet İşleri Genel Müdürü

2. Dr. Muhammed Enver Betti Lahor-Pencap Üniversitesi Astronomi Bölümü

Başkanı

22. Rabıtatu'l- âlemi'l-İslâmî

1. Salih Özcan Nâşir

161. Bu yazıyı, Almanya'dan gelen aşağıdaki sorulara cevap olarak dostum M. Saim Yeprem kaleme almıştı ve yazı Nesil dergisinde neşredilmişti (II/6):
1. 1977 yılı Kurban Bayramı Mekke'de ayın 20'sinde yapıldı. Sebil gazetesi, 21, Diyanet takvimi ise 22 tarihini veriyordu. Gerçi biz Diyanet'e uyduk amma tereddüt ve şüphe içinde kalmaktan da kurtulamadık. Bu farklılık tabiî midir, yoksa bilgi eksikliğinden mi ileri gelmektedir?
2. Diyanet Takvimi'ne göre Ramazan'da İmsâk 00.45, güneş, 04.27, akşam 20.53, yatsı 23.23 olarak gösterilmiştir. Eğer bu doğru ise burada işçilerin yirmi saat oruç tutmaları gerekiyor ve bu da güçlük arzediyor.
Bu iki konuda bizi aydınlatm anızı rica ediyor, selâm ve saygılar sunuyoruz.
İ. Zengin (Almanya)
162. Bu yazının neşrinden 8 ay kadar sonra İstanbul'da, rü'yet-i hilâl konferansı adıyle milletlerarası bir ilmî toplantı yapılmıştır. Müteakip sayfalarda bu konferansın karar metninin tercümesini sunuyoruz.
163. Brüksel'de gerçekleştirilen bu toplantının vardığı neticeleri "Namaz Vakitleri" bahsinde vermiştik.
164. Konferansa katılan ülkeler ile temsilcilerin isim ve sıfatlarını ihtiva eden cetvel müteakip sayfalarda sunulmuştur.